top of page

Çocuklar, "Düzen" ve "(A)Normal"



HAYAT DENEN MACERA

Nasıl da çaktırmadan, inceden inceye kodlayarak büyüttüler bizi bu hayatta? “Koşma, terlersin”, “Duvarın üzerinde tepinme, düşersin”, “Dersine çalışsana evladım, sınıfta kalırsın” diye diye, tekmil hizaladılar bizlerle birlikte tüm heyecanımızı. Ana-babalarımız, sorunlarla baş etmemize izin bile vermeden, haşmetli birer helikopter gibi birer süper kahraman edasıyla olay mahallinden bir çırpıda kurtardılar bizi. “Ben yapamadım bari sen yap”, “Ben olamadım bari sen ol” telkinleriyle bir hız treni içinde yetiştirilirken, bir an olsun durup isyan edebilmeye, kendimizi kanıtlamaya vaktimiz bile olmadı hiç. Komşu Ayşe Teyze’nin anlayıp kabul edeceği işler, eşler ve hobiler içinde davranmamız emredildi bize. Hayatın yaşanası olduğu ile ilgili hayaller; sigortalı işin sonundaki sayfiye kenarı emekli yürüyüşlerine bağlandı. “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna “standart” veya “normal” cevabı verilmesini ister miydik veya kısa bir “iyi bilirdik” yetmeli mi hayatımızı anlatmaya? Çok yavan, çok sıradan ve çok da bilindik yolları tekrar tekrar geçerek farklı sonuçlar beklenebilir mi? Einstein bunu delilik olarak tanımlasa da bence bu büyük bir aymazlık. Doğumumuzdaki bizleri biricik yapan renk cümbüşünün, çocukken oyunların heyecanı ile harmanladığımız yaratıcılığımızın yok oluşuna bizzat şahit olmak ne büyük bir lanet. Var olmak ile ilgili anlam peşinde koşabiliyorsak eğer, hayat denen maceranın da grinin tonlarından ibaret olmadığını baştan kabul etmemiz gerekmez mi?

Kurala, alışılagelene uyan, düzgüye uygun anlamlarında kullandığımız “normal” kelimesi aslında ayaklarımızdaki “norm” denen prangalarla, sorgulamadan devam ettirdiğimiz bir kültür. Bu kültürde; bizleri “biz yapan” ve varlığımızı değerli kılan her şey tek tipleştirilmeye gebe. Norm dediğimiz kabul edilebilir her kalıptan sıyrılıp, kendimiz olmak bizim elimizde değil mi? Misal; adı bilinen mesleklerden başkalarını yapamaz mı insan, adı bilinen memleketlerden başkalarına gidemez mi, adı konulmayan aşklar yaşayamaz mı? Yaşayabilir ve yaşamalıdır da! Deneyim dediğimiz şeyin doğasında; denemeye veya yanılmaya cesaret etmek hatta düşe kalka öğrenmek var! Ama serde bozulmasından korkulan konforumuz varsa o ayrı. Böyle bir konfor sarhoşluğu ile hayattan nasıl tat alabilir insan? Aradığı her ne ise onu nasıl bulabilir? Ne aradığını nerden bilebilir?

Sahilden, patikalardan, tali yollardan sapmak, konforlu alanımızdan çıkmak yürek ister kuşkusuz. Denemekten de, yanılmaktan da, rutinin dışına çıkmaktan da, rengini dünyaya saçmaktan da korkma! Samuel Beckett’in bir sözü geliyor aklıma: Hep denedin! Hep Yenildin! Olsun! Yine dene, yine yenil, daha iyi yenil!

Çünkü bu hayat riskli ama bir o kadar lezzetli bir macera!

173 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page