Zaman geçiyor; alışkanlıklar, duyarlılıklar, ilgi alanları değişiyor fakat sorulan bazı sorular büyük ölçüde aynı kalıyor. Bu sorular yüzyıllardır kafamızı kurcalıyor:
- Ben nereden geldim?
- Özgür müyüm?
- Eşit olmamız mümkün mü?
Ve niceleri... Bu sorularla, hayat sırtımıza çeşitli formdaki ağırlıklarını yüklemeden önce daha bir haşır neşirdik sanki. Daha çok merak ediyorduk Dünya denen gezegeni. Daha çok ilgileniyorduk var oluşumuzla. Daha ilginç geliyordu aramızdaki farklar.
Daha mı çok düşünüyorduk o zamanlar? Belki. Belki de bazılarımız hala devam ediyor aynı soruları sormaya, hala meraklılar aynı yollarda koşmaya. Çünkü belki de o bazılarımız, soruların cevaplanmasının değil ama, cevaba giden yolun öneminin farkında.
Her şeyi bilemeyiz. Ne bir çocuk ne bir ebeveyn ne de bir öğretmen olarak. Ama her şeyi düşünebiliriz; bir birey olarak. Her şeyi sorgulayabiliriz, merak edebiliriz, üzerine konuşabiliriz. Konuştukça, dinledikçe, düşündükçe artar merakımız; çoğalır sorularımız. Sordukça güçleniriz. Sorguladıkça kök salarız hayata. Anlam kazanır yaşamdaki her şey.
Sorduğumuz tüm bu soruların ise bir karşılığı vardır felsefede. Üzerine yüzyıllardır düşünülmüş, irdelenmiş, soruşturulmuş kavramlarla doludur. “Anne, her şeyi Allah yarattıysa onu kim yarattı?” diye soran çocuk Amerika’yı yeniden keşfetmez belki ama kendini keşfeder.
Kendi yanıtını keşfeder. Kendi anlamını, varlığına, benliğine giden yolu keşfeder. Üstelik felsefe öyle bir şey ki, müdahale de etmez bize. Yargılamaz, yadırgamaz. Bunu yap, şunu yapma deme yetkisi yoktur. Ona inan, buna inanma deme gücü yoktur. O bize sorular sorar, biz ona. O bize yollar açar, biz ona.
Yollar açılmasına izin verelim önümüze. Yeni yollar inşa edelim çocuklarımızın geleceğine. Bırakalım felsefe yapsınlar. Kendilerini de bizleri de, sorularıyla aydınlatsınlar!
Yazar: Damla Diler
Comments